17 Nisan 2012 Salı

ben yazar, ben yaşarım...

başlık ters oldu esasında; çünkü ben yaşadıklarımı yazarım daha çok... :) neyse dünden bahsetmek istiyorum nedendir bilmem... pazartesi sendromu olmaksızın başladığım klasik bir haftanın ilk günüydü... tabi iş güç yine yoğun ve sıkıcı seyrinde devam ediyordu... ama iş arasında gelen bi kargo paketi bile günü değiştirmeye yetti... evet, abimden istediğim dizinin dvdleri gelmişti.. :) ilk kez birinden kargo aldığımı fark ettim, güzel duyguymuş ama... neyse efenim mesai bitince her zamanki gibi meydana kadar geçtik Müzeyyen ve Esra'yla... hafif yağmur vardı ama durduramadı bizi, dolaştık mağaza mağaza... sözde, ayakkabı alacaz ama hepimiz o kadar acıkmışız ki kimsede hal yok :) yine de direndik, yılmadan dolaştık ama sonunda midemizden gelen seslere teslim ettik kendimizi... ayın 16'sı (maaş günü ertesi) olması sebebi ve "rejimi bi kerelik bozmakla bişey olmaz" düşüncesiyle  ufak çaplı bir ziyafet çekmeye karar verdik... burda güzel bi restorant var; 'Bekiroğlu' adında... Mönüsü de pek bi zengindir... ev yemeklerinden kebaplara, tatlılardan çorbalara bir sürü seçenek işte... tabi biz yiyeceklerimize önceden karar vermişiz; kebap yedik... ama yine gözümüzde bir açlıktır sürüyor... :) işte günün en güzel kısmı da o anda gelişti... Müzeyyen'in fikriyle sütlaç söyledik... ama o nasıl bi sütlaçtır, hayatımda yediğim en güzel sütlaç diyebilirim... belki de açlıktandır bilmiyorum ama tadı hala damağımda... neyse efendim yazının amacı belli zaten; Bekiroğlu'nun sütlacını övmek :)) amaç bu değil tabi ama Rize'ye gelince yapılacaklar listesine girer bence bu sütlacı yemek... yazıyı okuyup da merak eden olursa (ki yazıyı da birinin okuyacağını sanmıyorum) buyursun, sütlaçlar benden... ;))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder